Kayıtlar

Şubat, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Cehennemin orta yerinde nasıl çırılçıplak kaldığımı sana nasıl anlatırım bilmiyorum ama sağ gözümden iki damla yaş düştü. Elbet görmüşsündür. Aşıklar çeşmesinde elimi yüzümü yıkarken fazla aciz gözüküyorum biliyorsun. Şiir yazacağım diye oturduğum tüm masalardan sarhoş kalktığımı da biliyorsun .Adınla başladığım cümlelerin sonunu hıçkırıklara buladığımı görüyorsun. Bir tas su verdiğinde zemzem misali şükre durduğuma da şahitsin. Söyle iki gözüm ne diye gidersin ? 
Elbet geçecek Elbette kırıklar kaynayacak. Ben bir gece vakti Yine seni unutacağım. Ben bir gece vakti Yine baykuş uğultularından korkacağım. Ben bir gece vakti Yine şah damarımda sancılar. Boynumda urgan.
Gittin, Kasıklarım sızı içinde kaldı. Bir piç doğuruyor gibiyim Her günümün sabahı. Öyle ne yapacağını bilmez Öyle yapayalnız
Canım çok yanıyor Sus ses etme diyorum çığlık çığlığa bağırıyor Avuç içlerimle ağzını kapatıyorum çaresizliğimin Yoksun diye izmarit öpüyor dudaklarım Sen olsan kızardın Yoksun yemeğimi parmak uçlarımla itiyorum Şiirler dinliyorum Hiç yazılmamış Şiirler okuyorum yalnızlığıma denizin ortasında pusulasız kalmış gibi öğle yemeğini evden unutmuş işçi gibi ne bileyim çaresizce işte
Tanrıya kalsa  Elimize pamuklu şeker tadında umutlar verirdi döktüğümüz gözyaşlarıyla erirdi tüm umutlarımız  kaldırımlara takılır düşerdi çocuklar  dizleri yaralarla kaplanır  ellerinin tersiyle silerlerdi akan burunlarını kalkıp tekrar dönerlerdi oyunlarına  benim çocukluğum bi kurşun sesinin gecedeki yankısı kadardı  nasıl geçtiğini anlayamadım  kulaklarımı sağır edişini hatırlıyorum  ve küçük bi çığlıkla yere çöküşümü dokuz yaşındaydım o vakit  gözlerimi kapamaya meylederdim anamın her yakarışını gördüğümde  karanlığa öylesine sığınırdım ki  yatak altındaki canavarları kendime dost edinirdim  gözlerimi açtım  on dokuz yaşındayım  bakıyorum kendime  karanlık öylesine sarmış ki bedenimi  ışıklar kapandığında görünmüyor gözlerimin akı bile 
Geçen şiir okuduk karşılıklı Kafamız iki kere güzel Bir mısra söyleyip öpüşüyoruz Dudaklarımız iki kere kuru
Kimsem yok. Bir tokat yedim ama fiziksel değildi. Sarmaş dolaş cümleler kuruyordum önceden Şimdi hepsi birbirinden öylesine uzak ki, birbirine asla dokunmak istemiyor. Dokunurlarsa sürtünme kuvveti denilen bilimsel gerçek  Düşlerimi gerçeklerle yakar diye korkuyorum. Aklım bir karış havada değil Olması gerekenden daha derinde bir yerlerde. Düşünürken delirdim Ya da delirdiğim için çok düşündüm. Korkuyorum. Kendinden korkmanın izahını yapmak güçtür. Kendimden Yapabileceklerimden Ve yapamayacaklarımdan Öylesine korkuyorum ki Bir bar taburesinde ağlamak çok pasif geliyor. Önceleri alkole sığınırken zihnim, Şimdi bedenim önüme gelen her kadehi itiyor. Uyuşturucu denen mereti de aramıyor parmak uçlarım. Öylesine kaçardım ki kendimden, Şimdi kendimle başbaşa kalınca anladım ne lanet bir insan olduğumu. Bilimsel bir açıklaması yok, Ruhsal şeyleri de zaten insanoğlu açıklayamıyor.
- Ne oldu Abrek? - Ne oldu biliyor musun Katya, tüm geçmişini bir kaleme sığdırmaya çalışan bir kızın kafasındaki iki ayrı kişi olduğumuzu fark ettim. Ben gizli öznelerin gizli kalamayan öznesi olduğumu fark ettim. - Anlamıyorum Abrek.  -Sen anlayamadığın için bu kadar zıt değil miyiz zaten Katya? Ben anlıyorum. ( bir sigara yakar) Mutlu olman zor değil senin. Pamuk şeker alayım mı sana?   -İçme şunu. (uzun uzun parmaklarıyla oynar) Sahiden alır mısın?  -Mutlu olacaksın değil mi? -Şey.. Olurum tabi. -Sana bir gün dünyanın en büyük pamuk şekerini alacağım.  -Paylaşır mıyız Abrek? -Sen paylaşmaların kadınısın Katya. Ben verdiğim nefesi bile geri almaya çalışırım.
- Abrek?  - Efendim Katya. - Ben hatırlıyorum da ellerimde sarı saçları olan bi lahana bebek vardı. Adını hatırlamıyorum da çok seviyordum. -Lala Katya. Lalayı da bi çok sevdiğin şey gibi bazanın altına kaldırdım. Artık onlara sarılarak kurtulamazdın kabuslarından, lanetli rüyalarından. Lala artık seni koruyamazdı düşlerindeki canavarlardan. Ben varım bana sarıl diyeceğim ama ben senin tüm kabuslarına avuçlar dolusu yem döküyorum. -Öyle deme Abrek. Çocukken hatırlasana. Ne çok prens olduğun rüyalar görürdük. Gözlerimizi aynı rüyaya beraber kapamadık mı ? - Ben artık rüya görmüyorum Katya.  Senin çığlıklarınla dolu kabuslar görüyorum. Kabus görüyorsun Katya. Uyanıyorsun, uyanıyorsun ama uyanamıyorsun.  -Uyandır beni Abrek.. Çok korkuyorum.  -Biz biriz Katya. Uyan.
Tık. Tık. TIK. Gittikçe yükselen tuş sesleri. Üç parmak kala soğumaya terk edilmiş çay. Kâğıdı bulunamadığından Sarılamayan tütün. Lise zamanlarından kalma poster. Boynu bükük. Masaya yazılmış şiirler. Senin hakkında. Benim hakkımda. Ölen çocukluğum ve tütsüler. Tütsüler demişken , çocukluğumu boş ver. Ağır kokardı bilirsin. Derin bir nefes al. Çocukluğumu boş ver. Ciğerlerin yansın. Bulut olduk bak! Sakın ha yağma. Sen ölümden korkarsın. Toprağa değerse tenin Göynüme dikenler batsın. Yara alırsa saçının tek teli , Damarımdan kan değil , Katran aksın. Sayfa sayfa yazsam da cümlelerimi Satır başına gelen her kelimenin Katili benim. Seninle aynı cennette değil belki yerim Belki Tanrı’nın gözünde yok hiç değerim Ya Rab… Adınla başlanan her cümlenin Dua nezrindeki değeri. Yoksa cennetinde yerim Arafta bırakma adını dilinden düşürmeyeni. Sen. Ben. Ve biz olmadığımız her an. Ömrümden düşürülen yıllar olsun. Sayılmasın girdiğim hiçbir günah Sayılmasın işlediğim hiçbir sevap Sen yoksan eğer Ar
Sahiden sahiden de seninle oturup adam akıllı  bir cümleyi özne ve yüklemi yerli yerinde kuramadık  Sensizliğin korkutucu  Ve bir o kadar da huzursuz bir düzeni var  Uykularım kabuslarla dolu  Uyanamıyorum Uyuyamadığım uykulardan uyanamıyorum  Seni görmek için yattığım uykular  Kara bi batak gibi içine çekiyor sevgimi  Sana olan sevgimi  Gömdüm Binlerce askerin öldüğü savaş gibi Üst üste  Saygısızca  Ve bir o kadar da dualarla Nefret ettiğin o kadın var şimdi karşımda Aynalar Aynalar nedense hep çatlak Yüzün gibi değil. Senin gibi değil. Aptal ve küfürlerle dolu bir komedi filmi gibi  Baştan çekiyorum sensizliği Eski sözcükleri kullanmadan  Pespaye  Harfendaz Vaveyla  Vaveyla demişken Duymuyorsun değil mi ? bak ! boğazlarım yırtılıyor. Genzimden bir çukura kelimeler döküyorum oku. Dinle. Ya da bir sigara yak.
Her bir sokak arasında, Kalabalık kalabalık caddelerde Türlü türlü insan sesleri. Susun diyorum. Susmuyorlar.  Kadınlar var,  Tiz sesleriyle alaylı gülüyorlar. Şur kahkahalar atıyorlar. Erkekler var, Kocaman sesleriyle Gerzekçe küfürler ediyorlar. Çocuklar var,  Sesleri duyulmuyor.  Zaten çocukların  Hiç sesleri duyulmuyor. 
İnsanları yanlış yerlerinden seviyorsunuz. Saçından, gözünden,göğüsünden bacaklarından,kalçasından, parasından, uzun boyundan, şişkin kaslarından seviyorsunuz. Oysa ki bir insanı en deliliğinden seveceksiniz, en sakinliğinden yada. Gözü dönmüş halini seveceksiniz ya da size bakarken gözlerindeki parıltıyı. Göğsünü beğenmeyeceksiniz bir kadının. Avuçlarıma tam oturur demeyeceksiniz. Göğüs kafesinin içindekini seveceksiniz. Bu yürek benim için çarpıyor be diyebileceksiniz. Bacaklarını sevmeyeceksiniz mesela. Beraber yürüdüğünüz yollarda adımlarınızın ritmini seveceksiniz. Saç şeklini değil, başınızı saçlarına gömebilmeyi seveceksiniz. Kaslarını sevmeyeceksiniz yada bir adamın. Ellerinizi sımsıkı tutuşunu seveceksiniz. Sizi merak edişini, sıkı sıkı tembihleyişini, size olan saygısını seveceksiniz.Sizin dudak kıvrımlarınızdan öpüşünü seveceksiniz yada öpmeye kıyamayışını. Birini sevecekseniz tamamen seveceksiniz. Ambalaja bakıp da seçmeyeceksiniz.
Hep şuna inanmıştım; gelmeyecek birini beklemenin zorluğuna. Ama insanların inandığı şeyler değişiyormuş. Ben şimdi gidecek birini, gidişini bilmenin zorluğuna inanıyorum.  Onunla ilgili düşündüğüm,gülümsediğim her şeyin sonunda “yapma! Sevme daha fazla, nefret etmeye çalış kızım!Gidecek be adam, nası başa çıkıcaksın yokluğuyla? ” diyorum kendime.  Felsefede üçüncü halin imkansızlığı konusu vardır. Üçüncü bir durum imkansızdır işte. Ya olur ya olmaz, ya vardır ya yoktur. Sen bu tezi çürütüyorsun. İkinci halin imkansızlığı diyorum buna. Ya gideceksin ya da.. Ya da sı yok işte. İkinci bir durum,bir eylem, bir hal yok. Sen gideceksin.  Sen belki alkolik bi adam olacaksın gittiğinde, akşamlarında gün ağırana kadar içeceksin şarabını. Kimse sormaya cesaret edemeyecek “neden içiyorsun be abi?” diye. Yolda gördüğün sokak çocuklarıyla konuşacaksın belki beni. Çünkü sen, seni tanıyan kimseye bir şeyden vazgeçtiğini söyleyemezsin. O çocuğun aklında bile kalmayacak anlattıkların. Ne kadar pişman

Son Mektup

Unuttum sanıyorsun. Aylar geçti, Unutmuştur diyorsun. Bir an aklımdan çıkıyorsan eğer, Tüm perdelerimi söksünler. Adımı unutmadan, adını unutmayacağım. Yemin ettim. Yeminliyim. Ben senin kapının önünde bekledim. Sen benim sokağımdan geçtin. Bir insan Bir insan,bu kadar sevilmemeliydi. Ya da bilmeliydim neden terk edildiğimi. Üç ay. Eylülce kocaman 3 ay. Seneler gibi. Hiç gülmez gibi. Hiç ellerim kalem tutmaz gibi. Hamile bir kadının müebbet hapsi gibi. 3 ay 20 gün! Saydığımdan değil ama.. Takvime gözüm ilişiyor işte arada sırada. Sık sık fotoğraflara. Bol bol gülüşüne. Geceler boyu mesajlara. Bazı anlar el yazına. Gözlerimi kapatınca gözlerine. Bazı zamanlar katlanılmaz oluyor. Gözyaşlarına. Boğaz ağrılarına. Hıçkırıklara. Nefes darlıklarına. Kalp ağrılarına Deliriyorum diyorum. Geçer diyolar. Geçmiyor işte diyorum Alışırsın diyorlar  Alışmak istemiyorum diyorum  Kafamdaki sesler hiçbir zaman susmuyorlar  Susun diyorum ne olur susun… Onun sesini unutuyorum. Dokuz saatlik telefon kaydı.
Ben şimdi soğuk bir gece vakti avluda avuçlarıma tırnaklarımı geçiriyorum Ali. Kandan değil de serden korkum bir türlü geçmiyor.
Aslan gibi bir oğul doğurdum diyor da annem ; ceylanım sakatsa benim yüzümden demiyor asla.
Benim harflerim bir olup sensiz gecem geçmediğini,hep sol yanımı bir kanserin kapladığını anlatamıyor.
bazı şiirlerde sana pek yer vermiyor oluşumun bir çok nedeni var. Seni unutuyorum. Seni unuttum. Yüzünü görünce içim acımıyor artık. Adınla yazdığım bir çok şiirden tiksiniyorum . Bir kız seviyorsun şimdilerde. Gözleri renkli. Benim koyu kahve gözlerimin üstüne pek çok yeşil çiçek ekmişsin. Benim karanlığımın üstüne güneş açmışsın. Toprakların geniş. Çorak ellerimin üstüne yumuşacık tenlere sarılmışsın. Söyle iki gözüm seni seviyorum dedin mi ? 
Bir enkazın içinde çiçekler açıyor simdi. Bir küçük çocuk çığlığı kaplıyor gökyüzünü. Sen ellerime bir buket bırakınca ben kamikazeleri yurduna döndürdüm. Sen öyle gulumseyince Hitler'i bir Yahudi kadına nikahladım. Sen avuç içlerimi öpünce tüm ülkelerin bayraklarını beyaza boyadım. Sen kasıklarımdan öp diye de tüm perdeleri kapattım.
Başımda felaketler, başımda büyük bir isyan var. Elleri sopalı adamlar, çığlıkları boğazlarını yırtan kadınlar var . Gökyüzüne kadar gülümseyebilecekken dizlerini böğrüne basıp ağlayan çocuklar var. Şimdi sen, konuşmalarıma anlamlar yüklemeyi kes. Noktalarımın bile anlatacağı o kadar çok şey varken okuyamadığın cümlelerimi benden dilemekten vazgeç. Bi söğüt dalına bağladığım urgandan ölüm istediğimden beri işler pek yolunda gitmiyor. Soğuk bir mermerin altına uzanmak isteyişlerimden kaçamıyorum. Sen şimdi en iyisi bir kaç fidan bir de koyu camlı bir güneş gözlüğü edin. İhtiyacımız olacak.
Bir yerlerde bir şeyler yok oluyordu , biliyordum. İçimi aynalarla kaplıyordum yine de benliğime bir adım dahi yaklaşamıyordum . Koca koca ağaçlar devriliyordu fikirlerimin üzerine . Bazı zamanlar katlanılmaz oluyordu. Kendi çığlıklarıma kulaklarımı kapatabilseydim sağır kalmazdım adımı dilinden düşürmeyen insanlara. Biraz uzaklaşa bilseydim küfür eden kadınlardan , nazik adamlara avuç içlerimi öptürebilirdim. Kafamdaki “siktir et” bulutunu dağıta-bilseydim bir an, daha sağlam tutunabilirdim uçurum kenarlarıma. Sokak köpeklerine selam verirken duysaydım trafikteki araçların korna seslerini belki biraz karışabilirdim boktan düzendeki hayatınıza. Yok olan ben olmazdım biraz karışsaydım kalabalığınıza. Bir kaç buket toplaya bilseydim uçurum kenarlarından , orkidelere gülümseyen kadınları biraz olsun anlardım. Nefes alabileceğim bir gökyüzü bulsaydım yemin ederim yıldızları size armağan ederdim parlak şeyleri sevmiyorum diye tüm tozu toprağı üzerime çektim . Şimdi biraz paslı biraz kumlu b
Elinin tersiyle ittiğin her cümlem boğazıma düğüm oluyor. Sigara artık ciğerlerime değil de kalbime ağır geliyor. Düşündün mü? yokluğumda ne yapar ? yaralarını nasıl saracak? ayağı tökezlediğinde kim dirseklerinden tutup onu ayağa kaldıracak ? Anlatamadığım şeylerin içimde katranla kaplı bir yumruya dönüştü. Çaresi olmayan bir hastalığa. Dilim dönse konuşacağım da… Cık.. tek harf düşmüyor dilimden . Bilirim tek kelimem değse kulaklarına çığlık olur. Bilirim konuşmazsam da dinlersin beni de.. Ne bileyim Ali sen öyle ardını dönüp gidince sessizce. Hiç gürültü yapmadan. Parmak uçların zemini öper gibi. Ne deseydim bilemedim. “ bu kapıdan çıkarsan cenazem olursun ”